Ahmet, hayatımda tanıdığım en iyi çalım atan adamdı. Karşı takımdaki herkesi çalımlamadan gol atmak istemediğinden topu kaleye değil de taç çizgisine doğru sürdüğü bile olurdu. Annesi hastaydı. Bir gece öldü. Ertesi gün bütün arkadaşlar kendi annemiz ölmüş gibi ağlamaya söz verdik. Çünkü Ahmet’in bu acı olay nedeniyle futbolu bırakmasını istemiyorduk. O gün Ahmet’le beraber herkes ağladı ama ben bir türlü duyguya girip ağlayamadım. Ortalıktan kayboldum, ağlamış süsü vermek için kızarana kadar gözlerimi kaşıyıp geri döndüm. Ahmet sonraki günlerde de ağlamaya devam etti. Biz de gözlerimizi kaşıdık. Bizim çocuklara da göstermiştim bu numarayı. Ahmet, annesinin öldüğü günlerde ne zaman bizi görse gözlerimiz ağlamaktan kızarmış gibiydi. Bir yalanı söylemek kolaydır, sürdürmek maharet ister.
Ahmet’i yıllar sonra Ankara’dan kurban bayramı tatili için geldiğimde gördüm. Bir Kartal SLX almış, önümde patinaj yaparak durdu, sarıldık. “Atla Çınarcık’a gidelim,” dedi. Atladım. Arabayı da top oynadığı gibi kullanıyordu; solluyor, sağlıyor, makas atıyor, yolun ve emniyet şeridinin bütün imkânlarını kullanarak bir şekilde geçiyordu önündeki aracı. Koruköy’de arabayı manzaraya çektik, Ahmet ot sardı, ben de tekelden bira aldım. Kafayı iyice bulduktan sonra Kale Disko’ya gittik ama damsız almadılar. Ortak bir kız arkadaşı aradık. Geldi bizi içeri soktu. İkimiz birden kıza yazmak zorunda kaldık çünkü çok çirkindi. Acıma duygusu uyandıracak kadar çirkin. Çok durmadı gitti zaten, kendisine mecburen yazdığımızı anlayacak kadar temiz kalpliydi. O gittikten sonra dedim ki, “Ahmet, biz o zaman yalandan ağlamıştık.” Ne demek istediğimi anlamadı. Annesi öldüğünde bizim kendisiyle beraber ağladığımızı unutmuş. Onun böyle bir şeyi nasıl unutmuş olabileceğini de ben anlamadım. “Ahmet,” dedim. “Büyük bir fedakârlık ve sahtekârlık vardı orada. Sadece sekiz yaşındayken aynı anda fedakâr ve sahtekâr olabilirsin. Ondan sonra çözerler seni, hiçbir yamuğun kaçmaz gözlerinden. Bak kız da gitti, niye gitti, kendimizi borçlu hissettiğimiz için ona yazdığımızı anladı çünkü.”
Üç sene önce çirkin kız duygusal bir muhasebeciyle evlendi. Ahmet de Samanlık yolunda öldü. Öndeki aracı yine geçmiş ama direksiyon hâkimiyetini kaybedince yol kenarındaki asırlık ağaçlardan birine toslamış.
Geçen yaz eski arkadaşlarla sahilde oturuyorduk. Ahmet’in annesi öldüğünde yalandan ağlayan arkadaşlar. “Kalkın gidelim,” dedim. “Ahmet’i öldüren ağacı keselim.” Bahçe malzemeleri satan bir arkadaştan elektrikli testere aldık. Mühendis bir arkadaş da, ağaç üstümüze ya da yola değil de kenara düşsün diye, hangi açıyla nereden nereye doğru kesmemiz gerektiğini gösterdi. Ama elektrikli testere sesine yakınlarda oturan insanlar uyandı. Meseleyi çaktılar. Jandarmayı aradıklarını söylediler, biz de kaçtık.
Ahmet’i öldüren ağaç hâlâ orada. Ahmet 130’la girdi, biz kenarından yonttuk, biraz yamuldu ama hâlâ inatla duruyor. Önünden her geçtiğimde buruk bir öfkeyle bakıyorum o ağaca. Ne zaman bir ölüm haberi alsam, ne zaman bir şeyleri düzeltmeye çalışırken daha beter etsem, ne zaman kendimi bok gibi hissetsem aklıma o ağaç geliyor. İyi çalım atan bütün çocuklar için, çirkin ve temiz kalpli bütün kızlar için, bir gün o ağacı indireceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder