Bir isteğimiz karşılandığında mutlu olmayız. Geçici bir mutluluk yanılsaması yaşarız. Bir istek her zaman başka bir isteği doğurur. Sırada ne olduğunu asla bilemeden, kör isteklerin peşinde manasızca yürüyoruz. Hedef, amaç, vizyon, kariyer. Bu manasız yürüyüşte bizi teselli etmek için uydurulmuş kelimeler. Schopenhauer çok basit bir şey anlattı. Dünyaya hoş geldiniz orospu çocukları dedi. İnsan ziyan olmak için yaratılmıştır. (Belki de bu yüzden geç anlaşıldı. Kant harıl harıl okunurken onun başyapıtı İrade ve Tasarım Olarak Dünya, iki yüz adet sattı. Çünkü insan zihni basit şeylerden ziyade komplike şeyleri anlamaya müsait.) Her neyse. Şunu anlattı Schopenhauer: İnsan düşünenden ziyade isteyen bir varlıktır ve isteklerinin sonu asla gelmez. Aklıyla bir dünya kurmuştur ama onu yöneten bedenidir. Kant’ın dediği gibi aklı değil. Beden de kör bir iradeye tabidir. Bu iradenin de nereden gelip nereye gittiğini asla bilemezsin.
Joshua Ferris’in Bilinmeyen romanı da bunu anlatıyor. Bir avukat durup dururken yürümeye başlıyor. Her şeyi bırakıyor ve sadece yürüyor, yorulduğu yerde uyuyor. Bedeni aklını ele geçirmiş, kör bir iradenin peşine takılmış yürüyor. Nereden geliyor bu yürüme dürtüsü, bilinmiyor.
Bir istek başka bir isteği doğuracaksa ve biz sonunda hep mutsuz olacaksak neden istemeye devam ediyoruz. Bilinmiyor. Geçen gece sokakta bekledim. Kar altında, kapalı kapılar önünde, saatlerce. Köpekler geldi beni ısırdı. Neden? Bilinmiyor. Koltés bir oyununda, “Hayır diyen insan hâlâ biraz mutludur,” diyordu. Ne demek istediğini yeni anlıyorum.
Mutluluk bir vazgeçiştir ve çok ender rastlanan bir ruh dinginliğidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder