Mimarlık fakültesinde okuyan çapkın bir arkadaşım vardı. Bir gün yardım istemeye gittim. Dedim ki, “Canım kardeşim, ocağına düştüm, ne olur bana bir akıl ver.” Ankara’ya o sene gelmiştim, aynı kız tarafından üç sefer reddedilmiştim. Kendimi uzay çöpü gibi hissediyordum.
“Fısıldamalısın,” dedi. “Kadınların sana yaklaşmasını istiyorsan onlarla fısıldayarak konuş.”
“Neden?” dedim.
“Çünkü kadınlar her şeyi duymak isterler.”
Makul bir öneri gibi geldi. Onunla tekrar karşılaştığımızda, “İnsan iradesi çelikten bir binadır,” dedim fısıldayarak. “Ama bataklık üstüne inşa edilmiştir, en ufak sallantıda batar.” Bu lafın kendisi de mimarlıkta okuyan arkadaşa aitti.
“Ne diyorsun, anlamadım,” dedi o.
“Senin yanında kendimi iyi bir adam gibi hissediyorum,” diye devam ettim aynı tonda. “Bir avukat gibi. Bir avukat ne kadar iyi olabilirse.” O ara tıp fakültesinde okuyan bir arkadaş ilaç firmalarının dağıttığı eşantiyon çantalardan hediye etmişti. Aslında o çantayla yürüdüğüm zamanlar kendimi bir avukat gibi hissediyordum ama bunu söyleyemedim tabii. “Ve kendimi senin yanında bir doktor gibi hissediyorum,” diye devam ettim. “Çünkü sonunda hep doktorlar kaybeder. Hayatta bu kadar umutsuz bir meslek var mı? Hemingway, İhtiyar Balıkçı’da, ‘İnsan yenilmek için yaratılmamıştır,’ der. Doktorlar yenilmek için yaratılmıştır. Ve ben senin için yaratıldım. Herkes sustuğunda seninle konuşmak için buradayım. Hep burada olacağım.”
“Mıy mıy ne diyorsun anlamıyorum, karnından konuşmayı bırak lütfen,” dedi. O gün bugün karnından konuşmak deyiminden nefret ederim.
Akşam bir koli rakı alıp eve gittim. Altı gün boyunca içtim. Sonra sirke gitmeye karar verdim. Çünkü sirkte eğlenebilen biri alkolik olamaz.
İnsan bir sirkten ne bekler: Rutinin bozulmasını. Ayıyla güreşen adamı seyrederken beklediğim şey, ayının sinirlenip adama pençe atmasıydı. Lobutları çeviren palyaço onları düşürsün istedim. Ateş yutan adam yansın istedim. Sonuçta sirkte eğlenemedim.
Ertesi gün Atatürk Orman Çiftliği’ndeki hayvanat bahçesini denedim. Yedi metrelik bir piton vardı, altı metrelik bir camekânın arkasında duruyordu, bir metresi odanın diğer yanına kıvrılmıştı. Hiç kıpırdamıyordu, kendisine bakan hiç kimseyi umursamıyordu. Başımı cama yaslayıp bir karışlık mesafeden iki saat boyunca pitonun gözlerinin içine baktım ve piton kazandı. Hiç kıpırdamadı.
Nefes’e gidip bir bira söyledim. O gece pitonu rüyamda gördüm. Dev bir terazinin üstündeydik, bir yanda ben duruyordum diğer yanda o. Ağırlığımız eşitmiş gibi dengedeydik. Sonra günlerin geçmesini, hatıraların yağmurda sızlayan eski kırıklara dönüşmesini bekledim. Ama bazı hatıralar ölümcül oluyor. Sonuçta Truva atı da bir hatıraydı. Hatıra olarak kabul edilip içeri alınmıştı. Ve ben rüyalarımda ölebilirdim.
Bu gezegende, iki insanın birbirlerine duydukları sevgi, bir terazide dengelenmiş midir hiç? Eşitlik fikrine en çok âşıkken inanırız. Çünkü en çok o zaman ihtiyaç duyarız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder